Archive for Kasım, 2006

BİR KÜÇÜK MUTLULUK: BİR "MERHABA"

Kasım 29, 2006 - 3:38 pm 4 Comments

Daha önce bahsetmiştim; bu sayfalarda yemek pişirmenin dışında da heyecanlarımı, ilgimi çeken konuları ve başka bazı ayrıntıları da yazacağımdan. Buna, beni mutlu eden ufak bir olaydan bahsederek başlamak istiyorum.

İşyerimizde, daha önceden düzgün çalışan ama zamanla çatlaklar oluştuğu için kullanamadığımız minyatür bir şelalemiz var. Hatırlıyorum da ben daha küçükken onun alt havuz bölümünde kırmızı japon balıkları yüzerdi ve akan suyun sesi çok dinlendiriciydi. Geçenlerde tamir edip tekrar kullanılır duruma sokalım dedik ama suyla doldurunca sızıntılar oldu, kabul etmesi zor da olsa bizim minik şelale ömrünü doldurmuştu:(.


Sonra düşündük ve esas fonksiyonuyla olmasa da bir şekilde şelalemizi canlandırmanın yolunu bulduk:). Resimlerde de görüldüğü gibi üzerinde ufak çukurlar var, biz de bu ufak çukurlarla alttaki havuzcuğu saksı niyetine kullanıp kendimize ufak bir bahçe hazırlamaya karar verdik (aslında bir nevi Babil’in Asma Bahçelerinin ekonomik boyu da denebilir:)).

Bir haftasonu çıkıp aslanağazı ve hercai menekşe tohumları aldık. Sonra menekşe tohumlarımızı ortadaki havuz kısmına, daha uzun olacakları için de aslanağızlarını kenardaki ufak bölümlere ektik. (Resimde görülen iki tane sarmaşık şelale görevini yapabiliyorken vardı).

Ve geçen cuma çiçeklerimiz bize ilk “merhabalarını” minicik filizler şeklinde verdiler. Ne kadar mutlu olduk anlatamam. Ufak bile olsa, insanın emekle, sevgiyle büyüttüğü herşey çok mutlu edici oluyor:).

Sizlerle çiçeklerimizin ilk “merhaba”larını paylaşmak istedim…

MACERALI DOĞUMGÜNÜ PASTASI:)

Kasım 27, 2006 - 11:12 pm 12 Comments


Resimdeki bu pastanın böyle masum duruşuna aldanmayın sakın:). Cuma akşamı, bu haline gelinceye kadar kendisiyle bir hayli uğraştık. Neyse ki sonuç herşeye değdi. Hem bu pastanın en büyük özelliği abimin doğum günü için hazırlanmış olmasıydı. Zaten belki de sırf bu yüzden Cuma akşamı o kadar uğraşa rağmen hiç yorgunluk hissetmedim.

Bir de ilginçtir, ilk defa olarak aksilikler üstüste de gelse soğukkanlılığımı korudum ve durumu avantaja çevirmeyi başardım. Eskiden mutfaktayken en ufak bir aksilik olsa, ya da bir şey içime tam olarak sinmese tüm moralim bozulur, yaptığım işi de yarıda bırakırdım, sonuç hüsran olurdu tabi. Ama bu sefer her durumu değerlendirip güzel bir sonuca ulaşmayı başardım. Bunun neden böyle olduğunu biliyorum sanırım. Yemek bloglarını okumaya başladım başlayalı, yemek yapmanın kesinlikle bir zevk, bir hobi olduğunu daha iyi anladım. Yemek yaparken meydana gelen aksiliklerden, ufak mutfak kazalarından kurtarılanların nasıl değerlendirilebildiklerini gördüm. En önemli kazancım mutfakta daha rahat olmayı öğrenmem oldu. Ben yemek yapmayı gerçekten çok seviyorum:)..

Gelelim maceralı Cuma akşamıma ve de abimin doğumgünü için hazırladığım pastaya..

Cuma akşamı annemle babam arkadaşlarıyla dışarda bir yemeğe çıktılar; yani aslında mutfak tamamen bana ait olacağından bu çok güzel bir haberdi:). Nasılsa tüm gece benim diyerek yaklaşık 21:30 gibi başladım pastamı hazırlamaya. Önce antep fıstıklarını iç kabuklarından kurtardım (bu baya yorucu bir iş olduğundan ancak bir çay bardağı kadar fıstığım oldu:)). Sonra kümbet pasta şeklinde düşündüğüm pastanın pandispanyasına geldi sıra; kafamdaki tarifimle karışımı yaptıktan sonra ilk defa kullanacağım yuvarlak, silikon kabıma döküp fırına verdim. Yaklaşık yarım saatin sonunda fırının camından baktığımda çok güzel kabarmış bir pandispanyam olmuştu, kokusu da süperdi. Ben de pandispanyamın piştiğini düşünerek fırının kapağını araladım. Bir süre sonra ne göreyim; benim süper kabarmış(!) pandispanyamın ortası çökmüş….Yaşadığım şoku ifade edemem; “nasıl olur yaa, bu daha biraz önce bir tepe edasıyla poz veriyordu!!”, söylenmelerim de anlamsızdı tabi:). Böylece ben kendi adıma ilk dersimi almış oldum;
Ders 1)İlk defa deneyeceğin bir mutfak aletinin(mesela kek kalıbı) kullanılışını tam öğrenmeden önemli bir yemekte kullanma..

Neyse dedim, yine de pandispanyamı kalıbından çıkardım; aslında sadece tam ortası biraz hamur kalmıştı, kenarlarıysa oldukça güzel pişmişti. Ama benim içime sinmedi tabi, hemen ikinci pandispanya denemesine koyuldum; bu sefer bildiğim kelepçeli kalıbımla:). Çırpma kabıma dört yumurtanın ilk üçünü güzelce kırdıktan sonra dördüncü yumurtanın bozuk çıkmasıyla ikinci şoku yaşadım (bu arada hayatımda ilk kez yemek yaparken bozuk bir yumurtayla karşılaştım, aksilikler üstüste gelir ya bazen). Eh bir bozuk yumurta güzelce sağlam diğer yumurtalara karıştı tabi. Maalesef hepsi çöpe:(. İşin ilginci, hepsi aynı kolidendi, nasıl sadece biri bozuk çıktı anlamadım. Herneyse;
Ders 2)Bundan sonra yumurta kullanacağın zaman herbirini önce farklı bir kaba kırıp kontrol et, sonra aktar.

Sonra deli fişek gibi buzdolabına döndüm; ama nasıl olur, burda sadece iki yumurta var. 2 yumurta ve kümbet pasta mı?? Deveye hendek atlatsam:)? Ama yok, yine soğuk kanlılığımı korumalıydım. Öyle yaptım ben de; hemen 2 yumurtaya göre bir pandispanya tarifi uydurup, ince ama güzel pişmiş pandispanyamı elde ettim sonuçta:).

Normalde kümbet pastada kalınca bir pandispanya yapılıp yarıya kesiliyor ve bu yarı derin bir kaba yerleştiriliyor, üzerine krema ve en üste de pandispanyanın diğer yarısı kapatılıp işlem tamamlanıyor. Ama ben ne yaptım; ince pandispanyamı kaba yerleştirdim, üzerine kremamı döküp, o pişmesini çok beğenmediğim pandispanyanın güzel pişen kenar kısımlarıyla yamalar şeklinde üst tarafı kapadım. Gerçek sonucu görmek için bir gece beklemem gerekiyordu. Öyle yaptım ben de ama bir yandan da ya yamalar dağılırsa korkusu yok değildi içimde.

Ertesi gün ne mi oldu? Kortktuğum olmadı neyse ki:), hatta yama olduğu belli bile olmadı. Kabından güzelce çıkan kümbetciğimi hazırladığım kakaolu sosla güzelce kapladım ve süsledim. İşte azmin zaferi dedikleri bu olsa gerek:).. Ve;
Ders 3)Mutfakta aksilikler üstüste gelebilir, soğukkanlılığını koru. Herşey mahvolmuş gibi görünse de pozitif yaklaş, bir çıkış yolu mutlaka bulursun:))..

Eh bir doğumgünü pastasının macera dolu varoluşu böyleydi..
Şimdi ise, asıl uygulanması gereken malzeme ve yöntemleriyle işte benim kümbet, doğumgünü pastam;

ABİMİN DOĞUM GÜNÜ PASTASI

Pandispanya Malzemeleri:

4 yumurta
4 kahve fincanı un
3 kahve fincanı şeker
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
1,5-2 tepeleme çorba kaşığı kakao

İç Krema Malzemeleri:

3 tepeleme yemek kaşığı un
2 tepeleme yemek kaşığı nişasta
1 kg süt
1 yumurta sarısı
1 su bardağı toz şeker
1 limon kabuğu rendesi
1 paket vanilya
3 kaşık süt kreması
2 yemek kaşığı hindistan cevizi

Kaplama Sosu Malzemeleri:

2 su bardağı süt
1 yemek kaşığı nişasta
1 kaşık un
2 yemek kaşığı kakao
2 kaşık süt kreması
1 paket vanilya
50 gr bitter çikolata
1 tutam tuz

Ayrıca:

1 çay bardağı iri dövülmüş iç antep fıstığı
1 çay bardağı iri dövülmüş fındık
üzerine; hindistan cevizi rendesi

Yapılışı:

Öncelikle iç kremasını pişirip soğumaya bırakmalıyız. Bunun için un, nişasta, yumurta sarısı, şeker, hindistancevizi ve limon kabuğu rendesini bir tencereye koyup üzerine azar azar sütü ekleyip bir yandan da çırparak iyice karışmalarını sağlıyoruz. Sütün tamamını ekleyip karıştırınca, kısık ateşte sürekli karıştırarak kremamızın 5-10 dakika kaynatıyoruz. Ocaktan alınca bir kaba boşaltıp içine vanilya ve süt kremasını ilave ediyoruz. Ara ara mikserle çırpıp soğumasını ve sakızımsı kıvam almasını sağlıyoruz.

Diğer yandan pandispanya için yumurtalarla şekeri uzunca süre, karışım beyazlaşana kadar mikserle çırpıyoruz. Üzerine unu, vanilyayı, kabartma tozunu ve kakaoyu eleyip ekliyoruz ve hepsinin karışmasını sağlıyoruz. Altına yağlı kağıt serip kenarlarını yağladığımız kelepçeli kek kalıbına döküp 175ºC fırında, pandispanyanın piştiğinden iyice emin olana kadar:) (yaklaşık yarım saat) pişiriyoruz. Pişen pandispanya tam soğumadan ortadan ikiye kesip bir yarısını çukurca bir kaba güzelce yerleştiriyoruz. Ortaya çıkan boşluğa soğuttuğumuz iç kremasından bir miktar koyup, fıstık ve fındığımızı üzerine yaydıktan sonra tekrar üzerini krema ile örtüyoruz (benim ölçümle iç kreması biraz fazla geliyor, artanı kuplar
a koyup tatlı niyetine yedik biz:)). Daha sonra pandispanyanın diğer yarısını kremanın üzerine kapıyoruz. Pastamız bu haliyle bir gece buzdolabında dinlenmeli.

Ertesi gün kaplama sosunun çikolata haricindeki malzemelerini karıştırıp, 5-10 kaynayacak biçimde pişiriyoruz. Kaynayınca içine bitter çikolatamızı atıp eritiyoruz. Son olarak bu sosla tüm pastayı kaplayıp üzerini hindistancevizi rendesiyle süslüyoruz. Ben yağlı kağıttan şablon çıkarıp kalp şeklinde süsledim. Siz de hayal güzünüze göre faklı şekillerde süsleyebilirsiniz.

Sürpriz pastayı abimin önüne çıkarmadan önce de üzerine “nice mutlu yıllar” yazan o tabelayı yapmak geldi aklıma. Bunun için 2-3 parmak kalınlığında kestiğim kağıdın kenarlarına birer kürdan yapıştırdım ve tabelama mesajımı yazdım. Tabelayı süslemesi için de evde bulunan süs mandallarımı kullandım. Abim özellikle bu detaya bayıldı:).

Canım abim iyi ki doğdun, sen abilerin en anlayışlısı, en yakışıklısı:), en tatlısısın. Sen herşeyin en güzeline layıksın. SENİ ÇOOOK SEVİYORUM:))..

NEREDEYSE BİR AY OLMUŞ…

Kasım 25, 2006 - 10:52 pm 8 Comments

Bugün baktım da, blog dünyasına gireli neredeyse bir ay olmuş. Ben de kendimle ilgili, yemek tutkumun geçmişiyle ilgili birşeyler yazmak istedim..

Daha 4-5 yaşlarındayken çekmeceleri kademeli açarak merdiven haline getirip, boyumun yetişmediği mutfak tezgahına uzanır annemin yemek yapışını izlerdim. O da ufak da olsa yemeklerine katkıda bulunmama izin verirdi. Bu, bazen yemekleri kendimce süsleme çabam olarak, bazen ilginç:) şekillerde hazırladığım kurabiyeler şeklinde sonuçlanırdı.

Sonra, ortaokulda, hergün eve geldiğimde bir laboratuvar haline getirdiğim mutfağımızda gelişti herşey…Önce sönmüş kekler, hamur olmuş makarnalarla evdekileri “acaba bu akşam neyle karşılaşacağız?” sorularına yönelttim belki. Ama her yeni deneme içimdeki yemek yapma aşkını daha da artırdı. Bu aşka neden anneannemden anneme, ondan da bana aktarılan genler belki de.

Bugün ise yemek yapmak hala benim en büyük zevklerimden. Yağlı boya tablolarımı oluştururken yaşadığım heyecanların benzerlerin yaşıyorum yemek yaparken. Zaten bence yemek pişirmek ve sunmak da başlıbaşına bir sanat. Resimde boyaları karıştırıp yeni bir renk elde ettiğimde hissettiğim mutluluğun benzerini, yemek yaparken farklı malzemelerle, apayrı tatlar elde ettiğim zaman hissediyorum.

Bu güne kadar çok günlüğüm oldu (fiziksel günlüklerim:)) . Yazmak hayatımın önemli bir parçası, çünkü bazen yazarken kendimi çok daha rahat ifade ettiğimi hissediyorum. Sonra bir gün blog olayını keşfettim ama kendime bir blog açmayı hiç düşünmemiştim o zamanlar. Ta ki bir gün, bir yemek tarifini internette arayıp da yemek bloglarının o faydalı, o renkli, o dost yüzünü görene kadar. Bir blogu ziyaretimde bir başkasını tanıdım, çok takip ettiklerim oldu, çok faydalandım, beynimdeki yemek sözlüğüne yüzlerce kelime ekledim. Yemek blogları arasındaki dostlukları farkettim; yüzlerini bile görmediğiniz insanlarla nasıl kapı komşunuzmuş gibi yardımlaşıldığını, dertlerin sevinçlerin nasıl da paylaşıldığını gördüm. Belki de en çok bu sıcaklığı sevdim.

İçten içe benim de bir blogum olsun derken bir yandan da hep erteliyordum bunu. Yoğun çalışma temposu arsında akşamları pestile dönmüş vaziyette bloguma zaman ayırabilir miyim, hem ayırsam becerebilir miyim, altından kalkabilir miyim gibi sorularım vardı kafamda.

Derken bir gün ne olduysa oldu; yüzmeyi öğrenmek için denize girmek gerekiyordu, öyle yaptım ben de:). Hemen bir blog ismi düşündüm, çok da düşünmedim aslında, benim için özel olan bir isim seçtim; KELEBEK. İsim seçimim ile ilgili ayrıntıları daha önceki postlardan birinde vermiştim.

Böylece evdeki günlük defterlerini bir kenara koyup güzel bir sanal günlük edindim ben de kendime. Günlüğüm daha çok yemekle ilgili olsun istedim (aslında sanatla ilgili, hayatla ilgili, şiirle ilgili, mühendislikle ilgili, kendi yazdığım yazıların-şiirlerin bulunduğu birçok blogum olsun isterdim ama şimdilik ancak birine yetişebiliyorum:)). Hem, görüp etkilendiğim yemek blogları, hem de kendi yaptığım yemeklerin tariflerini, hikayelerini paylaşma isteği, bu kararı verdirdi bana.

Blogumun bir yemek blogu olması yanında benim hayatımla ilgili birçok yazılar oluyor/olacak içinde. Zamanla, sevdiğim yazarlar, okuduğum kitaplar, dinlediğim müzikler, izlediğim filmler.. gibi pekçok konuyu da blogumu okuyacak insanlarla paylaşmak istiyorum. Çünkü ben de bilmediğim, dikkatimi çekmemiş birçok konuyu bloglardan öğrenebiliyorum. Kısaca açılarını genişleterek sürdüreceğim yazılarımı. Tabi öncelik yemek tariflerinde olacak; mutfakta yaptığım deneyleri:) paylaşmak istiyorum.

Tabi belirtmek istediğim bir konu da blogumu kurduğumdan beri tanıştığım, yazıştığım, bloglarını ziyaret ettiğim, benim blogumu ziyarete gelen güzel insanlar…Şu kısa zaman zarfında bile çok içten kişiler tanıdım. Sorular sordum, cevapladılar; birçok güzel yorumlar yazdılar, bana yön göstermek için önerilerde bulundular. Kısacası yüzyüze görüşmesek bile bir şekilde dost sıcaklıklarını hissettirdiler. İşte, sanırım blog olayının en sevdiğim yanı bu.

Ve ben de bir kez daha bu yazımda HOŞBULDUK demek istiyorum. Gerçekten çok hoş buldum; siz dostlarım arasındaki güzel paylaşımları ve dostlukları..

İYİ Kİ GELMİŞİM ARANIZA:)……

SEVGİ TATLISI

Kasım 25, 2006 - 8:57 pm 4 Comments

Bu tatlı, lezzeti ve hafifliğiyle benim favorilerim arasındadır. Misafirlerimize ikram ettiğimiz tatlılarımız arasında da ilk seçeneklerimizden biridir hep. Geçen hafta abimler bize geldiğinde yine bu tatlıdan yaptım ve bu muhteşem lezzetin içeriğini blogumda paylaşmak istedim.

Bu tatlının tarifi annemin tarif defterinin en başlarında yazıyor. Ne zaman, nereden aldı tam olarak bilemiyorum ama ismi de kendi kadar hoş; “Sevgi Tatlısı”:).

Hemen tarifine geçelim:

SEVGİ TATLISI


Malzemeler:

2 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı buğday nişastası
1 yumurta sarısı
1 su bardağı toz şeker
1 litre süt
1 limon kabuğu rendesi
1 paket vanilya

Yapılışı:

Bir tencereye unu, nişastayı, şekeri, yumurta sarısını, limon kabuğu rendesini ve sütün yarısı döküp, bu malzemeleri ateşe koymadan topak kalmayıncaya kadar bir çırpıcıyla karıştırıyoruz. Daha sonra da sütün kalanını ekleyip hepsini karıştırıyoruz. Tencereyi ocağın üzerine alıp kısık ateşte, sürekli karıştırarak pişirmeye başlıyoruz. Karışım koyulaşıp kaynamaya başlayınca 5-10 dakika süreyle kaynamaya bırakıyoruz. Daha sonra tatlımızı ateşten alıp içine 1 paket vanilyayı ekleyip güzelce karıştırıyoruz.
En son olarak tatlımızı kuplara pay ediyoruz; bol hindistan ceviziyle ve dilerseniz limon dilimleriyle süsleyip servis ediyoruz.

Afiyet olsun;)…

BİR ZEYTİNYAĞLI KLASİĞİ: FASULYE PİLAKİ

Kasım 23, 2006 - 9:54 pm 5 Comments

Bizim evin olmazsa olmazlarındandır zeytinyağlılar. Hele benim için.. Zaten evde et yemeği pişince yanında mutlaka zeytinyağlı birkaç çeşit yemek de yapar annem (ben çok fazla et yemeği sevmediğim için).
Düşünüyorum da zeytinyağlılardan sevmediğim yok sanırım (ama favorim bol limonlu pırasa yemeğidir:)). Geçen haftasonu da abimler bize geldiğinde annem balığın yanına zeytinyağlı fasulye plaki yaptı. Anneannem de eskiden ne zaman balık pişirse yanında plaki yaparmış, böylece bu güzel yemekle anneanneciğimi de anmış olduk. Pamuğum benim, ne güzel, ne özenli sofralar hazırlardı bizlere, yemeklerine sevgisini katardı o da, şimdi annem ve benim yaptığımız gibi..
Bu kolay, lezzetli ve sağlıklı yemeğin tarifi ise şöyle;

Fasulye Pilaki


Malzemeler:
1,5 su bardağı dolusu kuru fasulye
1 adet orta boy soğan
5-6 diş sarımsak
2 adet havuç
1 yemek kaşığı salça
3 adet kesme şeker
2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yemek kaşığı mısırözü
tuz

Yapılışı:
Akşamdan kurufasulyeleri ılık suda ıslatıyoruz. Ertesi gün, ıslattığımız fasulyeleri yumuşayana kadar biraz haşlıyoruz. Daha sonra haşlanan fasulyeleri kevgire alıp suyunu süzüyoruz. Diğer yandan bir tencereye sıvıyağı koyup yemeklik doğradığımız soğanı, irice kestiğimiz sarımsakları ve yuvarlak dilimlenmiş havuçları iyice kavuruyoruz. Soğan, sarımsak ve havucun üzerine salçayı ekleyip biraz daha kavuruyoruz. Hepsinin üzerine haşlanmış fasulyeyi ekleyip biraz karıştırdıktan sonra tuz ve şekeri ilave edip, üzerini geçecek kadar kaynamış su ekliyoruz. Bu şekilde fasulyeler iyice yumuşayıncaya, yemeğin suyu özleşinceye kadar pişiriyoruz. Pilakimiz iyice soğuduktan sonra üzerini kıyılmış maydanoz ve limon dilimleri ile süsleyip servis ediyoruz.

Afiyet şeker olsun:)..

PATATESLİ TATLI SÜPRİZ EKMEKÇİKLER (Bloglardan Bir Deneme Daha)

Kasım 20, 2006 - 8:52 pm 10 Comments

Daha önce bahsetmiştim; bu aralar mayalı hamur denemeleri yapmak bende tam bir tutku halini aldı. Farklı farklı tarifler bulayım; çeşitli malzemeler, değişik ölçülerle denemeler yapayım istiyorum. Her denememde birçok şey keşfediyorum. Hamur; sütün sıcaklığı ne kadar olursa en çok kabarıyor, ne kadar dinlendirirsem daha güzel oluyor, hamurun kıvamı idealde ne olmalı..gibi kafama takılan yığınla sorunun cevabını yeni denemelerde buluyorum.

Geçenlerde de arkadaşların bloglarını dolaşırken Nezaket’in blogu Açık Büfe’de çok şirin görünümlü minik ekmekler gördüm. En ilginci ise bu tatlı ekmeklerin içinde patates kullanılmasıydı. Ama öğrendim ki mayalı hamura katılan haşlanmış patates ekmekte çok yumuşak bir doku oluşmasına neden oluyormuş.

Eh böyle ilginç bir yöntemle hazırlanmış, müthiş görünümlü ekmek tarifi görüp de denememek olmazdı benim için. Tarif yayınlandığından beri aklıma koymuştum denemeyi ama haftaarası yoğunluğum nedeniyle ancak haftasonu kısmet oldu ekmekleri yapmak. Nezaket blogunda bazı ekmeklerin içine dolgu malzemesi olarak reçel ve çikolata koyduğundan bahsetmişti. Ben de kendi ekmeklerimin içine annemin geçenlerde yaptığı ayva marmelatından koymaya karar verdim.

Ve sonuç olarak; yumuşacık, pofidik pofidik, marmelatlı ekmekciklerim oldu. Tarifi denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum, kesinlikle çok memnun kalacaksınız. İşte benim ekmekciklerin güzel pozları :) ;

Ben tarifte Nezaketten farklı olarak tuzu bir fiske koydum, unun da 1 bardağını tam buğday unu kullandım. En kısa zamanda çikolatalısını ve fındık ezmelisini denemek istiyorum. Nezaket’in tarifi burada.

Tarif için çok teşekkürler Nezaket, ellerine sağlık..
Deneyecek herkese de afiyet şeker olsun diyorum:)..

KIŞ TATLARI..AYVA MARMELATI

Kasım 18, 2006 - 11:31 pm 6 Comments

Bazen acaba benim kadar meyve düşkünü bir insan daha var mı diye düşünüyorum. Mesela abime meyve vermeseniz hayatta dolaptan alıp yemez, ya da hiçbir zaman canı bir meyve çekmez. Bense hergün her saat yiyebilirim:). Üstelik sadece meyvenin sade hali de değil; meyve tatlıları, ev yapımı reçeller, marmelatlar da olmazsa olmazlarımdandır.

Eh böyle bir meyve canavarı için en güzel zamanlar bol çeşidin olduğu ilkbahar, yaz ayları oluyor haliyle. Ama “ayva” gibi sadece kışa has lezzetleri de bir kenera itemiyor insan. Aslında yemekte zorlandığım tek meyvedir ayva; niyeyse beceremiyorum işte, hep boğazıma takılıyor:). Öte yandan ayva tatlısı ve ayva marmelatı denince benim yelkenler suya iniverir hemen.

Geçen hafta da annecimle beraber ayva marmelatı yaptık. İçine elma rendesi de koyduğumuz; karanfil ve tarçınla aromalandırdığımız marmelatımızın tarifi ise işte şöyle;

AYVA MARMELATI


Malzemeler:
4 adet ayva
1 adet elma
16 kaşık toz şeker
1 bardak su
2 adet karanfil
1 adet kabuk tarçın

1-2 damla limon suyu

 

Yapılışı:
Kabuklarını soyduğumuz ayvaları ve elmayı rendeleyip bir tencereye aktarıyoruz. Üzerine şekeri, suyu, tarçını, karanfilleri ve ayvalardan çıkardığımız çekirdekleri ekliyoruz. Çok kısık ateşte 2 saate yakın iyice pembe rengi alana kadar pişiriyoruz. Pişirme aşamasında marmelat suyunu çok çekerse dibini tutmaması için gerektikçe su ekliyoruz. Bir iki damla da limon suyu ilave ediyoruz. Marmelatımız piştikten sonra içinden tarçını, karanfilleri ve ayva çekirdeklerini çıkarıyoruz.

Not: Annem uzun süre kalırsa acımsı tat verebilir diye tarçın ve karanfilleri ilk bir saatin sonunda çıkardı.

Sonuçta çok tatlı olmayan, ayvanın kendi kokusunun hissedildiği ve bu kokuya tarçın-karanfil ikilisinin aromalarının eşlik ettiği bir marmelatımız oluyor. Bu marmelatı biz hem kahvaltıda tüketiyoruz, hem de ben yaptığım bazı çöreklere, keklere eklemeyi seviyorum.

Deneyeceklere afiyet olsun..

KÖZLENMİŞ KIRMIZI BİBERLİ ÇÖREK

Kasım 18, 2006 - 10:42 pm 2 Comments

Dün akşam işten geldiğimizde evi harika kokular sarmıştı; annemin hamaratlığı üzerindeydi yine:). Akşama babaanneme ziyarete gideceğimiz için ona götürmek üzere güzel bir kakaolu kek ile tarifini Yemek Saati programından aldığı bu kırmızı çörekleri yapmıştı. Fotoğrafta pek belli olmasa da evet, bu çörekler oldukça kırmızıydılar:). Onlara bu güzel renklerini veren ise içlerinde bulunan közlenmiş kırmızı biberlermiş. Programdaki tam adını bilmiyorum ama annemin elindeki malzemelere ve damak tadımıza göre yaptığı şekliyle tarifi şöyle:

KÖZLENMİŞ KIRMIZI BİBERLİ ÇÖREK


Malzemeler:

1 Aida çay bardağı (büyük çay bardağı) yoğurt
1 Aida çay bardağı sıvı yağ
1 yumurta (akı içine, sarısı üzerine)
2 tane közlenmiş kırmızı biber (annem markette cam kavanozda satılanlardan kullanmış)
250 gr beyaz peynir
7-8 dal maydanoz
1 paket kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz (peyniriniz çok tuzlu değilse 2 çay kaşığı tuz)
alabildiğine un
üzerine serpmek için çörekotu

Yapılışı:

Yoğurma kabında yoğurdu, sıvıyağı, yumurta akını iyice karıştırıyoruz. Közlenmiş kırmızı biberleri robotta iyice kıyıyoruz ya da bıçakla çok minik parçalar halinde kesiyoruz. Beyaz peyniri de robotta iyice ufaladıktan sonra biberlerle peyniri sıvı karışımımıza ekliyoruz. Maydanozları da ince kıyıp ekliyoruz. Tuzu, kabartma tozunu ve kulak memesi kıvamına gelene kadar unu ekleyerek bir hamur yoğuruyoruz. Hamuru yaklaşık 15-20 dakika oda sıcaklığında dinlendiriyoruz. Daha sonra ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp, çubuk şeklinde yuvarlayıp, kendi etrafında büktürerek istediğimiz gibi şekillendiriyoruz.
Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizdikten sonra üzerlerine yumurta sarısı sürüp, çörekotu serperek 180 dereceye ısıtılmış fırında üzerleri kızarana kadar (yaklaşık 20 dk.) pişiriyoruz.

Afiyet olsun:))..

BİR MAYALI DENEME: Hellimli-Naneli Çörek(Ekmek) Dilimleri

Kasım 15, 2006 - 4:40 pm 2 Comments

Mayalı hamur yoğurup çörekler, ekmekler denemeyi çok seviyorum ben. Özellikle de babam evde mayalı hamurişleri yaptığımızda çok mutlu oluyor. Evde maya kokusu, ona eski günlerde babaannemin pişirdiği çörekleri hatırlatıyor. Zaten durup durup bizden babaannemin cevizli-tarçınlı çöreklerinden ister. Ne zaman tarçınlı bir kek, kurabiye yapsam bir şekilde o cevizli çöreklere benzetir ve bizden yapmamızı rica eder:). Bu kadar bahsetmişken en kısa zamanda o çöreklerden de yapıp tarifini buraya ekleyeyim bari. Zaten babam bu yazıyı görünce en kısa zamanda bizim evde cevizli çörek pişecek demektir:).Ama bugün buraya yazacağım tarif başka. Tam çörek ya da ekmek diye adlandıramadım ben ama sonuçta ekmeğe daha yakın olduğunda karar kıldım çünkü yağı oldukça az bir tarif.

Yıllar önce Kıbrıs’a gittiğimizde kaldığımız otelin kahvaltısında çeşit çeşit poğaçalar, kekler, hamurişleri vardı. Ama onların içinde en çok aklımda kalan bir tanesini dün, farklı bir mayalı tarif denemek istediğimde hatırladım.Gerçi aklımda tarifi oluşturup denedikten sonra Kıbrıs’da yediğimizin muhtemelen mayasız tuzlu bir kek olduğuna karar verdim ama sonuçta benim uydurduğum hellimli-naneli ekmekler de hiç fena olmamışlardı. Böylece ekmek çeşitlerimize bir yenisini daha eklemiş oldum.

Sonuç olarak sünger gibi kabaran, içindeki hellim peyniriyle besleyici ve lezzetli, nane aromasıyla iştah kabartan bir ekmek oldu. Bu tarifle oldukça da fazla dilim ekmek elde ettik. Zaten bunları bitirir bitirmez mayalı hamurlarla denemelerim devam edecek:)..

Deneyecek herkese afiyet olsun..

Hellimli-Naneli Çörek(Ekmek) Dilimleri

Malzemeler:
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı ılık süt
1 su bardağı ılık su
1 çay bardağı sıvı yağ
450-500 gr rendelenmiş hellim peyniri
2 tatlı kaşığı kuru nane
1 tatlı kaşığı şeker
1 çay kaşığı tuz (hellim tuzsuzsa bu miktar biraz artırılabilir)
1 paket instant maya
aldığı kadar un (ben tam buğday unu kullandım)

üzeri için:
1 yumurta
susam

Yapılışı:

Öncelikle yoğurma kabında yoğurt ve sıvıyağı güzelce karıştırdım. Üzerine ılık su ve sütü, şekeri, tuzu ve mayayı ekledim. Bu sıvı karışıma unu azar azar ekleyerek yoğurmaya başladım. Yoğurma işlemi devam ederken bir yandan da hellim rendesi ve naneyi kattım. Hamur çok katı olmayan ama kendini toparlayan hale gelene kadar un ekleyip yoğurdum. Sonra kabın üzerini streç filmle kaplayıp, hamuru 30-40 dakika mayalandırdım. Bu süre sonunda kabaran hamuru yağlanmış fırın tepsisine yayarak yerleştirdim. Üzerine, çırptığım yumurtayı sürüp, bol susam serptikten sonra 200ºC’ye ısıttığım fırında hamur iyice kabarıp kızarana kadar pişirdim. Ekmek iyice soğuduktan sonra da dilimleyip servis yaptım.

Bir Ufak Not: Bazı marka hellim peynirleri çok tuzlu olabiliyor, o gibi bir durumda kullanmadan birkaç saat önce hellimleri suya yatırmak fazla tuzunu almak açısından iyi olacaktır.

BİR BLOG DENEMESİ DAHA

Kasım 15, 2006 - 8:07 am 8 Comments

İyi ki blogumu açmışım diyorum şimdi. Ne güzel, birçok yeni arkadaşım oldu. Birbirimizin bloglarını ziyaret ediyoruz, tarifler, ipuçları, bilgiler aktarıyoruz. Sevinçlerimizi, sıkıntılarımızı, sorularımızı yine bu yolla birbirimize aktarıp paylaşımlarda bulunuyoruz.

Geçenlerde sevgili Zuhal Yalçın’ın sitesini ziyaret ettiğimde yine muhteşem görünüşlü tariflerle karşılaşmış, en kısa zamanda deneyeceğimi söylemiştim. Dün akşam da onun Çikolatalı Milföy Taneciklerinden yaptım. Ben birkaçına da çekirdeği çıkarılmış birer hurma koydum, o da değişik bir tat oldu gerçekten. Bu güzel ve bir o kadar da pratik tarifini bizlerle paylaştığı için Zuhal Yalçın’a çok teşekkürler ediyorum. Bu leziz tanecikleri herkesin denemesini tavsiye ederim.

İşte benim taneciklerin artistik pozları:)

Aslında arkadaşlarımın sitelerinden denenecek o kadar çok tarif var ki, benim denenecekler listesi bir hayli kabardı:). Biran önce haftasonu gelse de şöyle geniş zamanda deneyebilsem birkaçını daha..

Herkese sevgiler..